Bayram tatilinde Londra’ya uzanan bir arkadaşım, farklı içkilere merakımı bildiğinden yeşil renkli bir şişe ve aynı renk kapaklı bir kitapla çıkageldi: bir şişe “zencefil şarabı” ve onun öyküsü.. Aynı akşam arka etiketinde önerildiği şekilde bu sert, biraz tatlı, biraz da acı içkiye limonata katıp yudumlarken, kitabın sayfaları arasında da gezinmeye başladım. Londralı bakkal Joseph Stone, 1740 yılında İzmir’den gelen kuru üzümlerden yüksek alkollü ve tatlı bir şarap yapıp, Jamaika’dan getirdiği zencefil yumrularını taş değirmenlerde ezerek elde ettiği tozu bu şarapta eritmiş. Ve zencefil şarabı böyle doğmuş… Uzun yıllar hoş bir fantezi olarak görülen ve çok da satılmayan bu içki, 1800’lerin ortalarındaki kolera salgınında ise tam bir satış patlaması yapmış. Doktorlar her ay bin kişinin öldüğü bu hastalığa zencefilin iyi geldiğini söyleyince, baharatçılarda zencefil bırakmayan hastalar son çare olarak zencefil şarabına dadanmışlar. Kolera yenilmiş, bu kez de zencefilin afrodizyak özelliği ve yemeklerden sonra hazmettiriciliği öne çıkarılmış. Limonatayla, sodayla, viskiyle karıştırılıp içilmiş, barmenlerin de gözdesi olmuş. Ve satışlar, katlandıkça katlanmış... Zencefil şarabı Avustralya’dan ABD’ye, Yeni Zelanda’dan Karayip adalarına kadar dünyanın dört yanında aranan bir içki olunca üreticisi yanına cinler, votkalar, çeşit çeşit likörler ve aperitifler de ekleyip İngiltere’nin içki imparatorluklarından biri haline gelmiş.

Daha fazla bilgi: t24.com.tr